"This is where the one who knows, meets the one who doesn't care..."

28 Eylül 2008 Pazar

Şimdilik

son 2 gündür kendimi fena hissetmez bir haldeyim.

cuma günü tanıştığım biriyle başladı bu his; tanışmaktan kastım daha iyi tanıma şansı bulmak. karşı cins yakın arkadaşlar listesine rahatlıkla ismi eklenebilecek biri. geçen sene birlikte bir ders alırken, bir sigara içimlik muhabbetimiz esnasında memeleketli (karşıyakalı) olduğumuzu öğrenmiştim. geçen gün ise kantinde karşılaştık. ikimizin de derslerinin iptal olmasıyla ikimizin de günü mahvolmuş idi. bir sigara içimlik muhabbet edelim dedik yine. sonra yalnız yemek yemekten nefret ettiğini, yemek yerken ona eşlik edip edemeyeceğimi sordu. günün geri kalanı boş ve karşımdaki insanın tanımaya değerliği, bahsettiklerinden ve bahsediş şeklinden çok belli idi. çıktık okuldan. bir yere oturduk saat 14:00 civarı. evlere dönmek üzere kalktığımızda saat 23:00 idi. dinleyen, soru soran, ilgilenen, konuşturan insanları çok daha çabuk seviyorum. bana çok güçlü ve olumlu duygular verdi. teşekkür etmeliydim aslında ve bu hissettiklerimi paylaşmalıydım onunla. o bana teşekkür etti mesela. bir dahakine artık, tanıdığıma diyecek pozisyonda olmasam da, en azından paylaşabildiğime çok memnun olduğumu söylemeliyim ona. bunları söylemek problem değil ama bu tür duygu-düşünce paylaşımı yaşayabildiğim çok az insanla karşılaşıyorum gerçekten. o bakımdan hepsinden önce benimle ilgili duygu ve düşüncelerini tüm içtenliği ve yalınlığıyla bana söylediği ve bana da aynı rahatlık hissini sağladığı için, bu durumun benim açımdan ne kadar kıymetli olduğunu bilmeli. çevremde böyle insanlara ihtiyacım var. böyle insanların varlıkları elzem denilebilir hatta hayatım için. o soğuk havada dışarıda, 10'dan fazla limonlu çay eşliğinde -ikisini de pek sevmezken- o kadar saatin geçtiğini farketmedim bile. ilk tanışma için anormal değil aslında uzun saatler oturulup konuşulması. ama o ender rastlanan frekansı yakalamanın heyecanıyla ve belki bir dahası olmaz korkusuyla, o frekansta içimizde paylaşılmayı bekleyen her şeyi sığdırmaya çalıştık saatlere galiba. okuldan, hayatlarımızdan, yaşadıklarımızdan, neyken ne olduğumuzdan ve nasıl olmak istediğimizden, nelerin neden değiştiğinden, özlemlerimizden, beklentilerimizden, kadınlardan, erkeklerden, düzenden ve elbette gönül işlerinden konuştuk. en çok o konuştu aslında. ben hiçbir zaman anlatacak çok fazla şeyi olan biri olmadım, bu yüzden beni konuşturan da oydu; "seni sıkmıyorum di mi? kalkmak istersen söyle." dedi ara ara. öyle bir durumun olmadığını, oldum olası iyi bir dinleyici olduğumu, dinleyen olmayı sevdiğimi söyledim her defasında. aslında zevkle dinlediğimi eklemeliydim, nezaketini çok beğendim. "sıkılsan söyler miydin peki?" diye sordu sonra. "elbette." diyerek yalan söyledim. hiç gerek yoktu buna, kendimi kötü hissettim. akabinde ben neşeli bir şeyler anlatmaktayken, aniden "dur!" dedi ve karşıyakalı olduğumun aslında el hareketlerim-konuşma tarzımdan çok belli olduğunu söyledi. ben ciddi ciddi bir şeyler anlatırken bir anda gülmeye başladığı oldu hatta birkaç kez bu nedenle. kalktıktan sonra yürürken "bana bizim oraları hatırlattın. bu çok hoşuma gitti." dedi. gülümsedim ben. aynı şey belki de bana ondan fazla olmuştu. çünkü söylediklerinin dışında, -benim aksime- her şeyiyle tam bir 'karşıyaka çocuğu' ydu. bu düşüncemi de ona söylemedim. sohbetin ortalarında bir ara konuşmamı kesti; "çok fazla şeyden konuşuyoruz ve söylediğin bazı şeyleri unutmak istemiyorum. not alsam rahatsız olur musun?" diye sordu; elbette olmazdım. özel hayatından bahsetti sonra, ilişkisindeki bazı problemlerle ilgili ona yardımcı olmaya çalıştım. ardından ben de insanların beni algılayışıyla benim kendimi algılayışım arasındaki uyuşmazlığın hayatımdaki negatif etkilerinden bahsettim; "hayır saçmalama, sen öyle değilsin, şöylesin, böylesin." demedi, benimle ilgili olumlu-olumsuz düşündüklerini zaten konuşmaların arasına serpiştirmişti. beni hafifçe telkin etti. eğer arzu edersem bu konuyla ilgili görüşmem için tanıdığı birilerini ayarlayabileceğini söyledi; cevabımı beklemeden -ucundan kıyısından bu işlere bulaşmış olduğundan- ufak birkaç tavsiyede bulundu ve muhabbeti tekrar bana pasladı. vücut dili üzerine konuştuk bir ara. her şeyimin aslında apaçık ortada olduğunu anladığını anladım. bu konuyu kurcaladık biraz da. saatler maatler geçip gitti işte sonra. hava karardı ve soğudu iyiden iyiye. üzerimde onun montu vardı ve onun da üşümeye başladığı aşikardı; kalktık. hafiflemiş ve oldukça neşeli hissettim kendimi dönüş yolunda. bu etki de halen devam etmekte.

bu iyi halimin ikinci nedeni ise bir kuzu*. kazık kadar bir şey aslında. iş güç sahibi filan oldu ama benim için hala kuzu. her söyleyişi çat diye söyleyiş olan bir kuzu bu. daha yapmamış olmama rağmen üzerine bir dolu şey söyleyip yazabileceğim bir kuzu bir de. şimdi şöyle bir dönüp baktığımda farkettim ki; hasbelkader de olsa, hayatımda varlığı elzem olan insanlar grubunun ilk üyesi o. aslında tam da şu an bir şeyler yazasım geldi ona, ama buraya sıkıştırmak istemiyorum. o yüzden de tekrar erteliyorum. o da yazabilir ayrıca. hatta o bana yazsın önce -zaten hiç yazdığı yok bu aralar-, ben öyle yazayım. ahah! neyse... kendisi ankara' da yaşadığı için, yazın bir türlü denk gelemediğimiz ve 1 senedir hiç görüşmediğimiz için sonunda bari ben oraya gideyim diye karar verdik. engel teşkil edebilecek şeyler vardı. bugün onlar da ortadan kalktı. bu harika haberin üzerine neşemi kaybetsem ayıptı.
*(kuzu için bkz.
http://shiveringstar.blogspot.com/)

ankara adlı şehir de benim için ilginç bir hal almaya başladı gitgide son 1-2 senedir. halbuki hiç alakam olmayan bir şehirdi. sadece memleketin başkentiydi filan. garip...

25 Eylül 2008 Perşembe

Kırık

bir defter daha kapandı. şimdi içe yanma zamanı...

23 Eylül 2008 Salı

Nedir

çocukluğumuz boyunca bize durduk yere şeker verenlerden korkmamız öğretildiği için mi umut vadedenlerden kaçıyoruz? ben de umut vadediyorum, bu yüzden mi herkes avuçlarımdan kayıp gidiyor? bana da umut vadedildi; kaçmadım, kaçmadığıma pişmanım. öyleyse benden kaçanlar haklılar mı? niyet diye bir şey vardı sanki, iyi niyet... güvenilir olmak diye bir şey de vardı, hatta karşılığında inancını pekiştiren sözler duymak... peki ya onlar neden kaçtı? tekrar karşıma çıksa ya onlar, gelip sırtımdaki bu korkunç acıdan beni kurtarsalar ya... sözümü verdiğimde onu tutamayacağıma inanıyorlarsa, bana bunun sebebini bir açıklasalar ya...

17 Eylül 2008 Çarşamba

İşbu Hal

bilmek neden yetmiyor bana? hareketlerime, söyleyeceklerime ket vuran bu diğer ben de kim? iki gözü üzerimde, her açımdan durmadan beni gözlüyor yargılamaya hazır; öncelikli görevi her daim beni kırmak, kendimi kendime düşman kılmak. elim ayağım dolaşıyor birbirine, önceliklerimi sıraya koyamıyorum. ne yapmayı-söylemeyi planlasam, onu hemen yersiz buluyorum. ve akıp gidiyor zaman. karşımda oturanın gitme vaktini getiriyor. daha biraz önce gelmişti halbuki o. daha yüzüne dikkatlice bakacaktım, dudaklarından dökülen hiçbir sözü kaçırmayacaktım. şimdi hatırasız kaldım. gülecektik daha, söyeyeceklerim vardı ona. zaman; beni aciz bıraktın!

bir sancı var. nefret ederek olması gereken şekilde davranmaya zorluyor beni. gözlerim ama olmalı, dilim lal; aksi şekilde davranırsam, bir diğer hiç hoşlanmadığım "zorlama" olacak olacaklar.

dileklerim bende kaldı, varsın kalsın. zorlamadım, iyi de yaptım. akışına bıraktım. kendimi tutamayarak tek bir şey oldu yaptığım; iki damla gözyaşımı ardına kattım...

6 Eylül 2008 Cumartesi

SUAL

05.09.08 02:32


Gördüğüm bir şey var bildiğim
Gönüllere vurulmuş 40 kilidin sakladığı
Hapsolan özlemlerle gölgelenmiş gözlerde
Çünkü kırılmaktan neden korkar insan yine de
Unutmak diye bir şey bahşedilmişken bünyeye
Saklarsın
Korkarsın
İtinayla biriktirirsin yüreğinde
Sakındığın tüm duygular
Uyumazdan evvel
Ayaklanır
Hayaline konu olur
Gel
Kal
Ol
Demeye çekinip de
Naçizane hesaplarınla
Boşa verdiğin her varlığın yokluğu
Kalkar yine seni vurur
Öyleyse açılacak yaradan neden kaçar insan yine de
İyileşmek diye bir şey bahşedilmişken bünyeye
Geçmiş geçmiyor olsa
Olacağa gelecek denmezdi
Her insanın bir diğeriyle aynılığı bilinse
Bozgunlara rağmen umut edilmezdi
Denenmiş yanılgıysa
Denenecek olan başarı olasılığı
Öyleyse yanılmaktan neden korkar insan yine de
Öğrenmek diye bir şey bahşedilmişken bünyeye
Giden gitmiş olsa da
Bıraktığı yara değil hatıradır
O hatıra peşin sıra sürüklenecek acı değil
Kendinde görmen gereken bir yandır
Zira bilinenin alışılmışlığında kendini tanıyamaz insan
Yeniyle yüzleşmenin tahmini kolay
Tecrübesi muammayken
O zaman yorulmaktan neden korkar insan yine de
Dinlenmek diye bir şey bahşedilmişken bünyeye
İnsanı güzel kılan gösterebilişidir sevgiyi
Ve sevgi her daim biçimleri yendi
Öyleyse açıp kilitleri
Korkmadan
Sakınmadan
Saklamadan
Tekrar tekrar
Tekrar
Tekrar
Tekrar
Denemeli…


Mi? :)