"This is where the one who knows, meets the one who doesn't care..."

10 Haziran 2010 Perşembe

We Are All Basically Alone

Kendimi sürekli izliyorum dışarıdan, ama kendime hiçbir şekilde dışarıdan bakamıyorum. İsterdim aslında belli zaman aralıklarında başkalarının gözü olabilmeyi... Thomas Test'i yapmıştım bir iş görüşmesinde; nasıl olduğunu düşünüyorsam öyle cevaplamalıydım tüm açık yürekliliğimle. Ne kadar vaktim vardı? 10 dk. mı? Hatırlamıyorum. Ancak, sonuçta bana dair nasıl bir yargıya varacaklarını çok merak ediyordum. Seçenekler değil, ama hepsinin de bana aitlikleri ne kadar da yakındı. Yalnızca 4 şık mı? Biri kendimle ilgili ne düşündüğüme uyuyordu, diğeri dışımdakilerin benimle ilgili ne düşündüklerine. Diğer ikisiyse, yine benzer, yapabileceğimi düşündüklerimle yapmış olduklarım arasındaki çelişkilerden ibaretti. Ne yani? Kaça bölünüğüm? 4'e mi? Sayamam...

Her insan kendine nev-i şahsına münhasır gelir; biliyorum. Ama ben artık nasıl biri olduğumu bilemiyorum (ki hiç bildiğim olmuş muydu? oh evt, evt, kendimi bilmiyorken...). Daha doğrusu bir yere koyamıyorum kendimi; nasıl biri olduğuma karar veremiyorum. Birilerinin bana "şöylesin" dediğiyle bir bulmuyorum/görmüyorum/hissetmiyorum kendimi. Bir ben biliyorum içimdekileri ve budur sanırım yalnızlığın temeli: karşındakinde bilemeyeceklerinle, onun sende bilemeyecekleri... ve gösteremez ve anlatamazsın da Virginia Woolf' un da hemfikirliğinde: "Düşünce dile getirildiğinde mutlaka anlamından birşeyler kaybeder."

Yani nedir? Çok iyi anlaş, çok iyi eğlen, çok sev/sevil, çok iste, çok, çok, çok.... ve kabul et: WE ARE ALL BASICALLY ALONE...

Ne demiş Atilla İlhan?

"gemi sinyallerinin gece bahçelere yansıması
havuzda samanyolunun hisarbuselik şarkısı
demlendikçe yalnızlığı aydınlanıyor muammer bey
olmayacak şey bir insanın bir insanı anlaması"

ve kendimizi bile anlayamıyorken...

18 Şubat 2010 Perşembe

Gel!(mey)ene Değin

şarap içtim.

şarap içtiğimde bana ne olduğunu bir ben biliyorum;

siz bilmeyin.

uzak, yakın, kısa, uzun, boş, dolu...

sıfatlardan nefret etmekteyim.

ve hayır, yine "nefret ederim!" döneminde değilim.

bundan size ne? evt.

ama bana ne değil.

ben dışımdan okuyarak öğrenirim.

şimdi içimi dışımdan okuyarak öğrenmeye başlıyorum.

öğretmenim sağlam değil.

dersim oldukça ilgi çekici.

dışımdan okudukça uzaktan bana gülümseyen bilincimi görüyorum.

gözlerim ışıldıyor.

aferin alınca heveslenen bir öğrenciyim.

ne kötü mü? hala?

yok, artık bunların hepsi benim.

gurur duyulacak şey değil.

dışarıdan "ben yaptım!" evt.

ama içerimde ağzıma düşen armut

ve onu sindiren işkembe sistemim

dir bunu kendiliğinden yapan.

öğretmen benim,

öğrenci benim,

bilinç ben.

korktuğumdan değil bu kez,

dersi öğreneceğimi açıkça gördüğümden.

bunu söyledi bana,

evren söyledi;

-ilkokulda yan sınıftaki esmer yeşil gözlü kepçe kulaklı olan değil-

yazılara dökerek bir kitaba.

kitabı içtim,

şimdi şaşkın değilim.

bekliyorum,

beklemenin yakıcı olamayacağı kadar serin bir yerde.

belki bir ölüm iyiliği üzerimde,

yaklaşmış olan ise:

son;

bu kez yanılsamalarımın gölgesinden bağımsız.

güneş ışınlarının vuruşuyla renkleri parıldayan:

SEN?!?!

sevmekten çok uzakta,

sevmemekten zorla,

avuçlarımın arasında yavru kuşça tuttuğum.

o benim işte,

bilmediğin;

sana oluyorum...