"This is where the one who knows, meets the one who doesn't care..."

24 Ağustos 2008 Pazar

HORTLAK

03:36

Hayatımdaki hiçkimseyi gerçekten sevmiyorum galiba şu an. Bu gece yapayalnızlığımı bayağı net duyumsuyorum. Sevmek istediklerim oldu; izin vermediler, veremediler yahut nasıl vereceklerini bilemediler.

Yaşam koçu tandanslı varlığımdan artık yılgınım. Kimseyi suçlayamam, kendimi bile. Şartlar dahilinde iletişim kurma şeklim kendiliğinden bu hali aldı. Çoğu zaman yıllar almış dil dökmelerle iyilik, güzellik, açıklık öğretilerimi bazen inatçı, bazen habis, bazen kapalı, bazen kırılmış keçilerin kafasına sokmaya çalıştım. Amacım hem kendime yönelik, hem de onların hayrınaydı; sosyal hayvanlar oluşumuzu daha az sancılı hale getirmeye, engelleri yok etmeye çalışıyordum, bunu herkes için hala da yapıyorum. Zamanı boşa harcatan o kaçma, kovalama, saklanma, bekleme oyunlarından nefret ediyor, -ebilememek durumunu devre dışı bırakmak istiyorum.

Ben hep oradaydım, çünkü bazılarının geri dönüşleri geç olurdu. Tükenirdim ben o aralarda. Yaparken asla yılmaz, beklerken hep yanardım, mum gibi, içime içime. Azalmazdım, ama enerjimi açığa çıkarmam için gerekli olan fitilimi yutardım. Matlaşırdım sonra. Gözlerim hep gri görmeye başlardı. Uzaklaşırdım. Kendimi yeniden yaratmak için uzaklaşmalıydım, zira hiç beni besleyen olmadı. Hislerimi alır, rafa kaldırırdım, “Benden bu kadar.” der, hoşçakalırdım. Bu nedenle hep zalim olmakla suçlandım. Suçlayanlar, hiçbir zaman gidebilme ihtimalimi göz önünde bulundurmamış olanlardı.

Uzaklaşmanın ardından önce evime, sonra içime kapanır, çalkantılarımı durultmaya çalışırdım. Fazlaca ağlar, fazlaca uyur, bir süre sonra soğurdum. Yeterince soğuduğuma kanaat getirince, dönüp bir bakardım olanlara; sebebi ortaya çıkarana kadar düşünür dururdum. Bulunca rahatlar, sadece rahatlardım. Kendimi yeniden yaratmam hiç kolay olmazdı; bir süre izole yaşardım. Böyle zamanlarda öğrendim yaşamın kalp atışlarını duymayı, doğaya sığındım, bir tek o beni sevgiyle kucakladı, ama hayvanlığımın sosyal oluşu yadsınamazdı...

Bu gece telefonum çaldı, ahizenin diğer ucunda geçmişimin ilk gerçek tecrübesinin sesi vardı; dudakları, en gücendiren zalimlikle suçlanışımı bana yaşatandı, vakt-i zamanında, en beklemediğim hep orada olacağımı sanandı. Kendime inancımı bıraktığım o lanet lanet, yine o dudaklardan çıkmıştı. Nefret etme yetim yok. Zalim olma yetim yok. Yalnızca katı olabiliyorum ve olabilecek hale geldiğimi anladığım an, sevmeyi bırakıyorum. Beni lanetlediği günün üzerinden tam 4 tane 365 gün ve saatleri geçti. Bu süre zarfında laneti bozacak biri gelmedi.
“ sen sevilmeye değer, güzel bir insansın. ”
bunu bana kimse söylemedi.

Lanetleyenimle yüzleşmeye gidiyorum; zorlayacağını, reddedeceğimi, üzeceğimi, üzdüğüm için üzüleceğimi biliyorum. Bir kez daha lanetlenmekten çok korkuyorum. Sesi vicdanımınkiyle birlik oluyor. Bu gece vicdanım bana çok mantıksız şeyler söylüyor...

22 Ağustos 2008 Cuma

Ne Diyem Mahmut Mu Diyem

terimleri istemiyorum, isimleri reddediyorum, şekillerden nefret ediyorum. adı konmuş, biçimendirilmiş ne varsa yok olsun, tüm dünya bir büyük ruh olsun. uzun uzun anlatarak anlayalım birbirimizi, kolaya kaçışa meyil ettiren o lanet tek kelimeler olmasın. dokunalım körmüş gibi, hatta madde oluşu aşalım, içiçe geçerek ve tek olarak, birebir tanıyalım birbirimizi. böylesi olmayacak duaysa, o vakit hayvanlığımızı kullanalım; her taşın altından çıkan, ne olduğumuzu tüm çıplaklığıyla ortaya koyan o herkesin nevi şahsına münhasır vücut kokusunu arayalım. aramakla kalmayıp bulalım, bulmakla kalmayıp algılayalım. aşalım artık korkuları, "ben kendimce buyum, onlarca neyim?"sorularını. bırakamıyorsak şayet, o vakit kendimizi algılayışımızla başkalarının bizi algılayışını toplayıp ikiye bölelim. içi tanımlarla doldurulmuş sıfatları ardımızda bırakalım ve hem etiketlemekten hem de etiketlenmekten vazgeçelim. artık sıfatlarımızla değil, hislerimizi anlatışımızla betimlenelim.

sohbet nedir bilmiyorum. herhangi bir yere bakarken görülen herhangi bir şeyin güzel bulunuşunun paylaşımı aptalca olmasın istiyorum, özellikle de doğaya dairlerin.

- denizin mavisi bugün ne güzel değil mi?
- hııı...

dışından hııı diyerek beni başından savar ve kendince algını yöneltmeni sağlamaya çalıştığım yerin dikkate değmez olduğunu düşünürken, içinden beni gariplikle yaftalayan sen: siktir ol ve çıktığın yere geri dön; dön de bir bak nedir, ne değildir? çıktığı kabuğu beğenmeyene ne denir?ama sen söylediklerimi hakaret bilirsin, zira senin çıktığın yer algın annenden geriye gitmeye yetmez, hiçbir yargın, öncesinde konunun özüne inmez bilirim. halbuki çıktığın asıl yer, dikkate değer bulmadığın yerdir, denizdir. sadece o da değil; havadır, topraktır ve nihayetinde en mühimi, bir başka insandır. derininde daha derini, gerisinde daha gerisi de vardır.

doğanın içindeyken, bir anlık da olsa, sessizlik içinde gözünü kapatarak anı duyumsama dürtüsü barındırmayan, kendini yaşam telaşına kaptırmayı matah bir şey sanışından, gün içinde karşılaşılan onlarca güzelliğe gözleri kapalı olan insan modelini yakınımda istemiyorum.

yazım burada bitti!

Kollektif (U)mutsuzluk Psikozu

15.08.08, 03:36

İnsanlığımdan utanır hale geldim. Gördüklerimi görmüş, duyduklarımı duymuş, göğüslemek zorunda bırakıldıklarımı yaşamış olduğuma inanmakta zorlanıyorum. Çirkinlik ve seviyesizlikle yüzleşemiyorum. Sırtımda çok olağan olmasa da, en azından muadillerime kıyasla oldukça büyük bir yük var olmasına da bana asıl ağır gelen yüreğime çöreklenmiş ağırlık. Ailemden saydığım bir elin beş parmağını tamamlamayacak kadar az kişinin yaşayamamışlıklarının acısını taşıyorum; özellikle de kadınların. Kendimi sebepli sebepsiz bu durumdan sorumlu tutuyorum. Bir peri olup dileklerini gerçekleştiresim, onlara harcanmış hayatlarını yeniden yaşama şansı veresim var. Var da, nasıl var edilebilir bir sihirli değnek? Zaten seçim şansı verilmemiş olunmasına rağmen, dişi olarak dünyaya geliş hayata 1-0 yenik başlamakken, bir de bunca hak yoksunluğu, bunca eksiklik, bunca eziyet, bunca çaresizlik, arada kalmışlık, eziklik, susmak ve idare etmek zorunluluğu kadınlığa nasıl reva görülebilir? Eşitlik elzem değildir. Saygı tek başına yeterlidir. Kırıklıkları, döküklükleri, kızlık eziklikleri, kendilerini yaşama yerleştirememişlikleri, bölünmüşlükleri, içlerinin boşluğundan ileri gelen anlamsız kaprisleri, gerçekleşmesinin mevcut durumda var olmayan bir erkek varlığına muhtaçlığından ötürü hırçınlaştıran özlemleri, kullanmaları öğretilmeyen sıkışmış kapasiteleri, savunmasızlık korkuları ve özgüvensizlikleriyle yaşayan bu kadınlar doğru bir düzende büyüselerdi, dünyayı çok farklı bir yere taşıyabilirlerdi. Ama bunlar boş konuşmalardır. Kadın üzerine, kendim üzerine, kadın-erkek ilişkisi ve eşitliği üzerine çok fazla kafa yordum. Kadın ve erkeğin eşitliğine hiçbir zaman inanmadığım gibi, bunun oldurulma çabasını anlamsız, savunulmasını boş, olmasını da gereksiz buluyorum. Tek eşitlik insan olma temeline dayanır. Gerisi bence yalandır.

Kötü bir gece… annemle yine o nefessiz bırakan umutsuzluğa kapıldık. Sonra yine yalandan durum hafifletmeleriyle teselli aradık. Böylelikle aslı olmadığını bile bile birbirimizi geçici olarak avutarak suni bir nefes aldık. Çözümü zamana paslayarak ertelemek suretiyle sakinledik.

Yazlığa geldim geleli rol yapıyorum. Oysa çaresizliğe bilendim, sevdiklerime üzüldüm, evrenden diledim, sinir biriktirdim. gereğinden fazla idareciydim, herkese yetemedim ve nihayetinde gelen kötü haberi bardağımı taşıran son damla olarak belirledim bilinçsizce. Çok uzun zamandır ağlayamıyordum. İstesem de ağlayamıyordum. Mutsuzluğumu bölen bir umut dalı bulmuştum. Son zamanlarda sanırım ona tutundum. Ama bu acı gecede ona rağmen ağlıyorum. Kötümser olmak istemiyorum ama gerçeklerimi yok edemem. Umut dalıyla mutluluk şansını çok yüksek görsem de, onu derdime ortak edemem…

21 Ağustos 2008 Perşembe

Yanmayan Yanlı Yalnız

Yalnızlıklarıyla yanan insanlar var; dönüp kendilerine bakmadıklarından, baksalar da gördüklerini katiyen kabul etmediklerinden veya değiştirmeye çalışmadıklarından. Onlara üzülüyorum, fark edişimin kendimde fark yaratmış oluşuna kendi adıma seviniyorum, ama çabam bazen bir şeyi değiştirmiyor. Zira bazen öyle akıllılarına rastlıyorum ki, bu gibiler beni kendi silahlarımla vuruyorlar. Kendi silahınla vurulmak ise en acı veren yaraların açılmasına sebebiyet verebiliyor. Zaman zaman da çok akıllı sandıklarım çok aptal çıkıyor. Böyle anlarda tekrar içime dönüyor, temelsiz bir kendini beğenmişliğe kapılmış olduğumu anlıyorum, kendime geliyorum, zira hayat bana çok iyi öğretti ki bazı insanlar laftan anlamaz. Öylelerine algıları açık, yardıma hazır biri değil, bizzat hayatın okkalı bir şamarı lazımdır, ancak o şamar böylelerini hakikatle barıştırır.

Yalnızlıklarıyla yanan insanlar var; en mahrem duyguları kalplerinin en dibine gömülü ve maalesef başka şeylerle kamufle edilmeye ömürlerince alışmış. Böylelerini kaderlerine terk ediyorum. Aksi için kıvranmalarına rağmen beni yalnızlığımla yanmaya bıraksalar da onlar gibileri affediyorum. Kimse beni anlamak zorunda değil, anlamayabilir, anlasa dahi herhangi bir veya birkaç sebepten ötürü bu hayatı benimle paylaşmak zorunda değil. Tüm bunları anlıyorum, kızamıyorum, zaten yalnızlığın paylaşılabilirliğine de pek inanmıyorum, kaderime razı geliyorum, “belki ileride bir gün, biri.” Diyorum, yorulmuyorum, gocunmuyorum, umut edişimden utanıyorum, yanmıyorum…

3 Ağustos 2008 Pazar

İlham Denizi

onu sevdim...
herhangi bir şeyiyle başlayıp
her şeyini kapsayarak

özlemini duyduğum
yaşamış, kaybetmiş ve geçen yıllarca unutturulmuş olduğum
yumuşacık bir histi peşinde koşmaktan yorulduğum

oysa bir ilkmiş meğer bu yaşanan
artık hiçbir şeye şaşırmaz haldeyken
beni bile şaşırtmayı başaran
kendimle ilgili oluşturduğum tüm o olumsuz yargılardan
beni kendiliğinden sıyıran
yürürken yolumda yalnız
artık mucizelere kesinlikle inanmadan

ama umut flörtçü ve havai bir kadınmış
ilgini kestiğini anladığı anda
mutlaka kendini yeniden hatırlatırmış

içimdeki bu güçlü duyguyu inkar edemem
ucunda kırılmak da olsa
nedense hiç korkmuyorum
hayatımda ilk kez gecenin karanlığından uzak
gün ışığında yüreğimdekileri döküyorum

1 Ağustos 2008 Cuma

Le Témoignage De La Mer

biri beni çağırıyor; "gelmese..." derken, içten içe aksini dileyerek..
hissediyorum;
bu duyguyu gayet iyi biliyorum.
özünde göreceli, genelinde geçer, saplandırılmış "sözde" olması gerekenler.
kıvılcımlı bir gecede, yüreğin sesine su döken akli sakinleştirmeceler.
şart, koşul, biçim ve şekiller; izin verildiğinde, etkileriyle imkansızı yaratabilenler.
ama bir bakış, bir koku, bir gülüş, bir yargı, bir söz, bir ilk andır virüsçesine yayılan
ve yayılan virüsün yarattığı tatlı gelgitlerdir engelleme çabasını hükümsüz kılan.
gözler, sözler, saklananlar, istenenler, verilenler havada asılılardı;
tüm bunların kıyısında şahit, en sevdiğim deniz vardı...