"This is where the one who knows, meets the one who doesn't care..."

20 Ocak 2009 Salı

Olan

kafamın içine oksijen dolduğunu hissediyorum; zihnim berraklaşmakta ve düşüncelerim netleşmekte. beni kendime döndüren, beynimi düşünmeye iten şeyler var; bir kırılma, bir dönüm noktası, bir devrimin ayak sesleri gücünde. bir şeyler değişecek. ve hatta değişmeye başladı bile. anlamlandıramadığım hangi dürtü, sebep, istek, isteksizlik, kontrol, düşünce, tavır veya hareketi bu koşulları oluşturdu bilmiyorum, bilmek ya da anlamlandırmak için kendimi zorlamıyorum. hayatımda ilk defa birinin beni sömürmediğini hissediyorum; bu ilk ise tek değil ne mutlu ki. hem çocuk hem kadın, hem toy hem olgun, hem öyle hem böyle olan birçok şeyi yaşıyorum sırayla kendi içimde, ama onun yanında; sanırım yaşım neyse ben öyle olabiliyorum ve bu ne mutlu olan bir diğer ilk. tedirgin olmuyorum, yargılanıyorsam da buna alınmıyorum; ne akıllı ne aptal, ne güzel ne de çirkin hissetmiyorum kendimi; belki kendimden çıkıyorum ve belki de sadece kendim oluyorum.
her şeyi arzuladığım gibi olmayışıyla olduğu gibi bırakmanın kıyısından döndüğümden sanırım, hiçbir şey istemiyorum. gidişinin ardından yine gözyaşı döktümse de, bana mutsuzluğu o anla sınırlatan bir dizi şeker tadında anın mutluluğu vardı hafızamda. buhran denen illetin etkilerine karşı koyacak neşeli bir umursamazlıkla var olmuşluğunu var olmuş olduğu anlarda bıraktım, yokluğunu aklıma getirmedim bile.
ne hissedip ne düşündüğünü, neyin ne olduğunu ve elbette ne olacağını bilmiyorum ve düşünmüyorum ve artık umursamıyorum. bunun nedeni neyin olmayacağını net bir şekilde bilişim de olabilir, bir kez kaybetmeyi göze almış olabilmenin getirdiği kayıtsızlık da.
nihayetinde ortada gülüşünün bana güç verişi gerçeği var. bu, dönüşümüme ivme kazandıran etmenlerden yalnızca bir tanesi, geri kalanları hem benim içimdeki hem de hayatımdaki bazı şeylerin miatlarını dolduruşlarıyla temellenen bu dönüşümün karşılaştığı birkaç hoş tesadüf.
bilmekle, anlamakla ve farketmekle kalmıyorum, bir şeyler yapıyorum ve buna devam edeceğimi biliyorum. bundan böyle bildiklerimin beni esir almasına izin vermiyorum.

4 Ocak 2009 Pazar

Ulusa Sesleniş

yeni yıla girmiş gibiyiz ve adetten birkaç kelam etmek gerekir gibi...

belki de içerisinde ölecek olabileceğimiz bir yılı kutlamakta herhangi bir ilginçlik bulamıyorum. çok iyimser biri olmadığım sır değildir ama düşüncem bu.

yaşamayı da aksi gibi bir o kadar sevmekteyim. bu çelişkiyi akıl alır mı? benimki alıyor. bendeki sorun da bu belki, absürtlükleri olağanda birleştirebilme yeteneği. sanırım yetenek dediğin de reklam gibi bir şeydir, iyisi kötüsü olmayabilir.

yeni yıla kalanları bırakıp kalanlarla bırakarak girdikten tam da iki gün sonra kuantum fiziğiyle ilgili bir belgesel izledim evde. "naapıcam ben lan bu hayatımla?" diye evde pineklerken, "e hadi şunu izleyeyim bari artık." düşüncesiyle aylardır evimde yere paralel uzanmakta olan dvd yi izlemeye koyuldum.

bundan birkaç zaman sonra "bir film izledim hayatım değişti." der miyim göreceğiz. düşüncelere gark olmuşken, dürtüşüyle bana bu belgeseli izleten şeytana teşekkürü borç bilmekle yükümlü olduğumu söylemekte bir sakınca görmüyorum. gerçi o şeytan dediğim kendimin ta kendisi de... müthiş bir aydınlanmanın ışığıyla parlar hale gelmedim elbet, ancak hayatımda ters giden şeyleri çözümlemekle alakalı birkaç tüyo da kapmadım diyemem. şahsıma yöneltmekte olduğum haksız suçlamalarım varmış; kendime bayağı bir yüklenmişim. bu haksızlığın bilincine varır varmaz uykularımdan en azından dayak yemiş gibi uyanmamaya başladığımı söylesem fazla mı komik kaçar?

yalnızlıktan hiçbir zaman kaçmadım. zaman zaman kendisinden korksam da bana pek zor gelmiyor onunla yaşamak. bu yüzden ilgiye ihtiyaç duymam pek. ihtiyaç duymayışım yalnız da hissetsem ihtiyaç duyulan biri oluşumu bilişimdenmiş meğer. bu durumu yaratmak için pozisyonumu bir koza gibi ördüğümü biliyorum. dolayısıyla dolaylı yoldan insanların bana ihtiyaç duyuşuna bağımlı biri olduğumu farkettim.

herhangi bir özelliğimin mevcudiyetinin bir başkasının onaylayışıyla olumlanır hale geleceğine dair komedi bir inancım da vardı; kendime olan inancım başkalarının algı kapasitesine ve dil keyfiyetine bağlıydı. halbuki kendimi karşıya ifade ettiğim ve karşı tarafın da bunu algılayabilişi kadardır karşımdakinin zihnindeki imgem öyle değil mi? ayıya, "neden ilişkilerin böyle karmaşık?" diye sormuşlar; "kendi düğümümü kendim atarım." demiş.

algımı değiştirmeliymişim bir de, ki algımın seçtikleri de değişsin. "o zor değil; birkaç telkine bakar." der çıkarım işin içinden. ben ki telkinle kibirin yüksek tepelerinden mütevazılığın izzetinefissizlikle karışmaya başladığı dipsiz kuyulara kadar inmiş birisiyim. oralarda bir yerde kaldım ama merak etmeyin. paul auster' ın yanılsamalar adlı kitabında baş karakterine söylettirdiği güzel bir lafı var mesela: "hayatımı yeniden kurmak istiyorsam, önce onu mahvetmenin eşiğine kadar gelmeliyim." diye. radikal bir değişimin başladığı yerle zurnanın zırt dediği delik aynı noktadır özünde bence. aksi takdirde yapılacak modifikasyonların ufak çaplı bir iyileştirmeden öteye gidip gidemeyeceği bile muallaktır. inat kaynaklı olmadıkça fazla irade gösterebilen biri olmayışım da bir sebep teşkil edebilir bu söylemime elbette. zira keyfime veya alışkanlıklarıma kolaylıkla yenik düşebilirim.

onulmaz denilen pek çok yaralar açılıyor sinemizde. geçip gidiyor ama zamanla. zamanla mı gerçekten yoksa başka şeylere yönelen algımızla mı yoksa yeni şeylerin peşine düşen nefsimizle mi orası biraz şaibeli.

tarihimin tekerrürünü sevmiyorum; tekerrürü kader haline, tekerrüre sebep olan şeyleri özelliklerim haline getirmeyi istemiyorum. her zaman dönüşümden yana oldum. dönüşmek için yeni bir yol buldum. bu yol ucundan kıyısından aklıma yatıyorsa, gözümde denemeye değerdir.

mutluluğun diğer değişkenlere bağlı olmayan, her daim insanın kendinden geçen bir şey olduğunu düşünürüm. izolasyonum da kendi kendime de mutlu olabilmeyi öğrenmek içindi. bu inzivaya çekilmek, aza kanaat etmeyi öğrenmek değil, yalnızca kendimle, her şey ve herkesten bağımsız da olabileceğimi kendime kanıtlayabilmek için sınama kıvamında bir şeydi. bünyemde tüm dünya ve tüm içindekilere karşı fazlaca tutku ve çok daha fazla sevgi var. tutkumu törpüleyebilmeliydim yoksa yaşantımın şu kısmında sinir krizleri geçiren biri olabilirdim. başarmasına başardım ama bir şeylerden koptum o arada; belki de fazlasıyla kendime döndüm. yeni bir sınamam var yeni yılda: oldurmuş olduğum kendimi, olmasını istediğim şekilde dünyaya entegre etmek.

naiflik var bende biraz galiba. itiraf etmeliyim ki dünya için ne dilersin diye sorsalar, gerzek güzellik kraliçesi adayı kıvamında 'barış, dostluk, kardeşlik' filan gibi bir cevap verebilirim. insanlar arasındaki her konuda ortaya çıkan bu anlamsız anlaşamamazlıklar canımı sıkıyor. ben de yaşıyorum ama onların iletişimle alakalı olanlarından. herneyse...

dileğim herkesin olmasını dilediği her şeyin gerçekleşmesi. bindik yeni bir alamete, gidiyoruz yine aynı kıyamete olmasın ama. kendi adıma dileğim de budur...

işte benim yeni yıla giriş lakırtılar topluluğum aşağı yukarı böyle. olduğu kadar artık...